Aramak; bulmanın şartıydı. Gerçi, her arayan bulamaz demişti büyüklerimiz ama sanırım bulanlar da ancak arayanlardı. Peki ya bu bahsedilen aramanın temelinde bulmak mı vardı yoksa aramak için sadece yolda olmak mı?
Sanırım bunların tümü ancak aramananın ilk şartı olan
kendini bilmek ile başlayabilirdi.
Bilirsiniz hikayeyi. Sokrates’in arkadaşlarından biri bir kahine gidip insanların en bilgesinin kim olduğunu sormuş ve karşılığında Sokrates cevabını almıştı. Almıştı almasına da Sokrates ona göre bilgelik bir yana;
“bildiğim tek bir şey var, o da hiçbir şey bilmediğimdir“ diyen kişiydi.
Kahinin söylediklerini bir türlü anlamayan ama söyleneni de yabana atmayan kişi hemen sonra sorgulamaya başlıyor ve sonunda kahinin haklı olduğunu anlıyordu ve deniliyordu ki aslında bilge insan; hayatın anlamıyla ilgili sağlam bir kavrayışa sahibim diyen insan değil, aslında bilmediğini bilen insandı. İşte bahsettiğim aramaya koyulmak için ilk şart da bilmediğinin farkında olmak ve bu farkındalıkla yola koyulmaktan geçiyordu.
Peki ya sonrası ? Elbette
kendini aramak.
Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin dizelerinde yazılan gibi.
“ ara yürüyüp giden sufi, gücün yeterse ara;
ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara ”
Aramak bulmanın yarısıdır denilen yerden, neyi ararsan sen osun denilen yere varana dek sadece ara. Ama mutlaka ara.
** Kısacık öyküsünde
jose saramago' nun da yaptığı gibi en önce inanarak, bulmayı değil aramayı maharet sayarak bilinmeyen adayı/bilinmeyen adamı aramaya koyulmak.